ONUR YASER CAN

Nihal Kemaloğlu / birgün

Ahımız, ahdımızdır Berkin!

Yıldızların gökyüzünde üst üste patladığı bir haziran gecesinin sabahı Berkin'in yaralı başı düşmüştü bağrımıza.
Sabahın tekinsizliği bilirdik, uğursuz bir bilgiydi bu cinayet topografyasında.
Çocuklara, ağaçlara, Can'a haince arkadan dolanarak cürüm etmenin isli vaktiydi.
O sabah yolda sıçrayarak koşan Berkin'i "Büyük" azmettiricinin emriyle "ağır erkeklik" mitosunu "haklı çıkartırcasına" arkasından vurmuşlardı.
Dün sabah yalan, yolsuzluk, hukuksuzluk ve zulmün birbirini köpürterek yağlı bir pislik gibi kapladığı boz bulanık ülkede Berkin'in yatağından gökyüzüne bembeyaz bir güvercin yükseliyordu.
Göğsümüzde usulca tuttuğumuz Berkin, başını kaldırıp devletin halk çocukları katledip arka bahçesine gömerek, katillerini saklamakla nam saldığı tarihten Hakk'a doğru yürüyordu.
Bizler 16 Haziran'dan beri Berkin'i biraz sonra uyanacağı öğle uykusuna yatmış saymıştık.
Üç uzun mevsim geçmişti.
Onun incecik dermansız yaprak gibi titreyen kalbi, ateşlerle kavrulan bedeni, kirpiklerinden süzülen gözyaşlarıyla sürdürdüğü zorlu mücadelenin ardında gelecek "Yarın sevincini" sabırla beklemiştik.
Berkin'in 269 günlük yaşam direnişinin her bir günü eşzamanlı nefretle kasılmış bir iktidarın katılaşmış vicdanını teşhir eden ahlaki bir imtihan da olmuştu.
Her gün daha fazla yenildiler..
Çünkü "insanlık hukukunu" on yıllarca önce toplu mezarlarda boğmuş Türkiye'nin pahalı "adalet sarayına" kurulmuş rüşvetçi zalimlik "insanlığı" her gördüğü yerde yıkmaya yemin etmişti..
Ellerinin derinlerine işlemiş sıcak çocuk kanına aldırış etmeden "sorumluları bulun, katiller kimler" dedikçe Berkin'in anasına babasına gaz sıktılar, yakınlarını darp ettiler, basın açıklaması yaptırmadılar..
7 ay boyunca bir tek adli inceleme bile başlatmadılar ama kendi rüşvet şişkini çocuklarını özel yasalarla ve özel timlerle korudular..
14 yaşındaki Berkin'den kirli siyasi çıkarlarına ve büyük yalanlarına uygun "terörist" yaratmaya bile yeltendiler.
Zulum, zalimlerin yüreğinde biriken yüklü suçluluk ve dehşetli korkuyla büyürmüş.
Fiiliyattaki ağır hukuksuzluk onların yegâne silahıydı günü gelince kendileri de can evlerinden aynı silahla vurulacaklardı..
Ve Berkin'den esirgedikleri acz içindeki "hakkaniyet" ve tam kusurlu "adalete" sığınacakları zaman yaklaşıyordu..
Hafta sonu hastaneden Berkin'in durumunun çok kritik olduğu ve 45 kilodan 16 kiloya düştüğü açıklaması gelmişti.
Boğazımızda yutkunamadığımız o büyük düğüm biraz daha büyümüş, ağzımızda biriken sözcükler söylenemeden kanamıştı..
Eriyen Berkin değildi, eriyen Türkiye'ydi..
Asgari de olsa mevcut evrensel insani değerleri, kazanımları ve demokrasi kurumlarını çürütmüş, bozunarak eriyen Türkiye.
Güç-sevici "entelektüel ahlakı", haysiyeti sahibiyle toptan satılık "medyası", iktidarın kirli oyuncağı "hukuk", çirkin projeci hezimeti "demokrasi" pis kokulu yeşilimsi atık yığınına dönüşmüştü..
Siyasi iktidarın "insanlık bilgisi ve gelişmişliği" ancak kamu yağması yüzlerce milyon doların transportta kaç kilogram çektiği ve kaç mekânda ne kadar hacim kapladığı kadardı.
Berkin'i gittiği yerde Fadime Ana ve terliği ve taburesi açık camın kenarında kalmış Hatice Can karşılardı.
Ali İsmail, Ethem, Mehmet, Abdocan, Ahmet, Medeni, Hasan Ferit, güvercin suretindeki kardeşlerini kucaklarlardı.
Gezi'nin kırmızı kepli, "umudu" kirpiklerine takmış çocuğu Berkin, bizim yaşadıkça ahımız ve ahdimiz olacaktı.
Ya Beyler sizi kimler karşılayacaktı, kefeni bile çocuk kanıyla lekelenmiş sizleri ....

http://www.sendika.org/2014/03/ahimiz-ahdimizdir-berkin-nihal-kemaloglu-birgun/